Şiirlerim
Dost mudur, düşman mı, bilemez oldum.
Gördüm sapasağlam yürüyenleri
Kıskandım yerimde duramaz oldum.
Hayatın aldırmaz yürüyüşünü
Anladım, kendimi güvensiz buldum.
Kimisi pervasız gülüp duruyor.
Kimisi gül olmuş açıp soluyor.
Kimi topuğunu yere vuruyor.
Ne yere ne göğe sığamaz oldum.
Her şey değişecek aldırma yeter.
Dökülen yaprağın, yenisi biter
Hayat yaşamağa elbette değer
Talihi boş yere bekledim durdum.
Sunar'ın sözünü ciddiye alma.
Söylenir dururum bana aldırma.
Her dost sandığına inanıp kanma,
Dost mudur düşman mı bilemez oldum.
Sunar Yazıcıoğlu
---------------------------------------------------------------
Gece
Her taraf siyaha boyanmış gibi
Gölgeler karşımda dikilir durur.
Gecenin bu soğuk karanlığını
Gözümü kapasam, görmesem olur.
Işıklar pervane olmuşlar sanki
Duvar ıslak, toprak ıslak, taş ıslak.
Direkler süzülür bir gelin gibi
Bulutlar göklerde sanki bir duvak.
Gömülmüş yıldızlar yalnızlıklara
Gecenin çığlığı duyulur gibi.
Gözlerim dalarken karanlıklara,
uykulu, uykulu bakılır gibi.
Sokaklarda gezer bütün bir gece
Sefil insanlarla yalnız kediler
İnsanlar söylenir kendilerince
Kediler dikkatle onları dinler.
Uzaktan bir köpek sesler buraya;
Yakınlardan ayak sesleri gelir.
Arada, patırtı duyulursa da,
Ardından sessizlik göğe yükselir.
Seçildi tanıdık şekiller bir bir
Karanlık boşluğu ışık doldurdu.
Sönerken pencerelerde lambalar
Korkunç görünümlü devler kayboldu.
Sunar Yazıcıoğlu
----------------------------------------------------------------
Rumuzdan Rumuza
KARAMELEK gel benimle oynama
Kara yılan gibi girdin koynuma
Sabırlıyım, gururluyum ben ama
Senden uzak kalmak elimde değil.
Parmaklarım yazdı sen anlamadın
İşin öğrenmedim, ismin duymadım
Bana yazmayınca sebep sormadım
Sen hiç yazmasan da yazılmaz değil.
Gene coştu gönlüm, kaynayıp coştu
Yalvarmak, dövünmek doğrusu boştu
Selam göndermeyen vefasız dostu
Yazmıyorsa beklemesi hoş değil.
SERVİUS’um , ne diyeyim olana
Falıma bakmadan halimi anla
Sitemimi gönderirim ben sana
Ama ulaşır mı hiç belli değil.
Sunar Yazıcıoğlu
------------------------------------------------------
Gelmedin
Göksümde ağrısın, gözlerimde kan
Sen beni kuşatan çizgi gibisin.
Aklımdan çıkmayan düşüncesin sen
Havada uçuşan kuşlar gibisin.
***
Yanağın gamzeli, dişlerin inci
Beni mutlu eder aşkın sevinci
Seni seyrederken titrerim çünki
Çiçeklerle gelen bahar gibisin.
***
Bekledim gelmedin beklettin beni
Ne olur bir daha görseydim seni
Geçmedi sevgimin ateşi, demi
Görünüp kaybolan serap gibisin.
Sunar Yazıcıoğlu
-----------------------------------------------------
Eski Resimler
Kurulmuş sandalyelere büyükler,
sanki başka diyarlardan gelmişler.
Biz çocuklar kısa pantolonlarımızla;
gözlerimizde umut, umursamazlık, sevinç ışığı;
oturduğumuz eski konaklar, cumbalı evler,
büyük kapılar, boyasız duvarlarda.
****
Ve ben annemin kucağında,
şimdi unuttuğum çocukluk yıllarında;
bilmem hangi sevgi, hangi özenle
el bebek gül bebek büyütüldüğüm,
bu gün ise hâlâ anlamadığım
kaybolmuş, unutulmuş çabalarla.
****
Herkes bir arada, günümüze uymayan resimlerde;
kesik saçlar, kısa etekler,
eşinin giysisini giymiş teyzem,
muziplikten geri durmuyorlar;
iki kızın kolunda iki bebek,
uyuyorlar.
****
Hiç unutulur mu yaşanmış günler,
yer yer sararmış fotoğraflarda;
her biri geçmişin dilsiz tanığı,
hatıralarda o günleri yaşıyorlar,
bakın biz buradayız diyorlar;
bizim çocuk olduğumuz,
çocuklarımızın olmadığı yıllarda.
****
Bir başkadır eski resimlerle geçmişe dönmek,
eğer şaşaalıysa geçenler onunla övünmek;
üzülmek yoklukla geçen hatıralara,
bir resim ki yarısı sarı, yarısı kara
Sunar Yazıcıoğlu
--------------------------------------------------
Atatürk
İsmini özenle deftere yazdım
Resmini gururla bağrıma bastım
Unutmamak seni sevmek maksadım
Ülkelere örnek oldun Atatürk.
***
Yurdumuza çağdaşlığı getirdin
Cehaleti, bağnazlığı bitirdin
Ulusunu ileriye götürdün
Her gün seni övsek azdır Atatürk.
***
Dünyaya yayıldı şöhretin, şanın
Sayende kurtuldu aziz vatanım
Seni örnek alır bu gençler yarın
Göksümüzü sen kabarttın Atatürk.
***
Tarihi yazdırdın şerefle, şanla
Düşmanı gönderdin tüfekle, kanla
Ne çok sevdiğimi bak da gör anla
Yüzümüzü sen ağarttın Atatürk.
***
Birlikte yaşadı kuzusu, kurdu
Duydu mu hiç kimse fark olduğunu
Beraber olmanın mutluluğunu
Milletine sen öğrettin Atatürk.
***
Kıyaslasın âlem dünle bugünü
Anlayamaz seni cahili, körü
Anlayışı yetmez, ondan ötürü
Aydın olan seni anlar Atatürk.
Sunar Yazıcıoğlu
-------------------------------------------
Kızıma
Benim yüreğimin parçası kızım,
Hastalandın beni üzdün derinden.
Gözümü yaş ile doldurdun kızım,
Ne çare ki bir şey gelmez elimden.
Seni bilmeyerek üzdümse eğer,
Sözümü tartmadan dedimse eğer,
Bir gün sana uzak durdumsa eğer,
Söyle, af dileyim, tut ellerimden.
Geçiyor günlerin vakti, saati,
Kabul et babandan bu iltifatı.
Ve bir gün biterse dünya hayatı,
Beni senden ayrı düşünme kızım.
Sunar Yazıcıoğlu
El Olduk Şimdi
Sevdiğim! Seninle el olduk şimdi.
Görmesem de seni, hep hatırlardım.
Kaderin sevgime hor baktığını
Seni gördüğüm ilk günde anladım.
Bambaşkaymışsın sen canımın içi,
O mahzun halini unutamadım.
Resimlerde buruk görünce seni,
Gurur boş bir şeymiş, çok geç anladım.
O ezik bakışın, o çocuk halin!
Daha fazlasını inan görmedim.
Duruşun, hafiften gülümseyişin!
Sen sanıyordun ki, seni sevmedim.
Ağladım, sızlandım, üzüldüm ama
Uçan kuş misali elimden gittin.
İkimiz çok güzel, bir çift olsak da,
Başkasını buldun beni terk ettin.
Her ne kadar niyet bizim olsa da,
Üzülmem, üzülmem böyleymiş kader.
Anneler, babalar çırpınsalar da,
Sezinlenemezmiş başa gelenler.
Sunar Yazıcıoğlu
Not. Bu şiir hayal ürünüdür.
-----------------
Gözleri gök mavisi, omuzları mermer beyazı,
Tepeye giden şu yeşil patikayı görüyor musun?
Alfred de Musset (1810-1857) Çev. Sunar Yazıcıoğlu
Şiirin orijinali:
À Aimée d’Alton
Déesse aux yeux d’azur, aux épaules d’albâtre,
Alfred de Musset
---------------------
Gece gelir, saat çalar;
El ele yüz yüze duralım,
Gece gelir, saat çalar
Aşk, bu akan su gibidir..
Gece gelir, saat çalar
Geçer günler, geçer haftalar.
Gece gelir, saat çalar
Guillaume Apollinaire (1880-1918)
Şiirin orijinali:
Le Pont Mirabeau
Sous le pont Mirabeau coule la Seine
Vienne la nuit sonne l’heure
Les mains dans les mains restons face à face
Vienne la nuit sonne l’heure
L’amour s’en va comme cette eau courante
Vienne la nuit sonne l’heure
Passent les jours et passent les semaines
Vienne la nuit sonne l’heure
Guillaume Apollinaire.
Çocuk, daha sonra size diyecekler ki
büyük baban sizi çok severdi;
bu dünyada elinden gelenin en iyisini yaptı,
çok az sevindi, pek çok kıskananı oldu,
sizin küçük olduğunuz, onun yaşlı olduğu zamanda.
Çirkin söz söylemedi, ne de üzgün göründü,
O sizi gül mevsiminde terk etti, öldü.
İyicil bir ihtiyardı; büyük bombardımanın
o amansız kışında, size, bin bir maskaralık yapan kuklalarla,
bir yığın oyuncak ve oyuncak bebek almak için,
silahlı insanlarla dolu içler acısı Paris’i geçti;
Simdi siz, uzayıp giden ağaçların altında,
derin düşüncelere dalacaksınız, hatırasıyla.
Victor Hugo, Çev. Sunar Yazıcıoğlu
Şiirin orijinali:
1er janvier
Enfant, on vous dira plus tard que le grand-père
Vous adorait; qu’il fit de son mieux sur la terre,
Qu’il eut fort peu de joie et beaucoup d’envieux,
Qu’au temps où vous étiez petits il était vieux,
Qu’il n’avait pas de mots bourrus ni d’airs moroses,
Et qu’il vous a quittés dans la saison des roses;
Qu’il est mort, que c’était un bonhomme clément;
Que, dans l’hiver fameux du grand bombardement,
Il traversait Paris tragique et plein d’épées,
Pour vous porter des tas de jouets, des poupées,
Et des pantins faisant mille gestes bouffons;
Et vous serez pensifs sous les arbres profonds.
Victor Hugo (1802-1885)
---------------------
Elveda,
Elveda !... Hayatımda, seni sık sık kullandım,
Kelime!... Bugün yine sen varsın ağzımda;
Yine de her solumamda, boğuk bir iç çekişin
Alphonse de Lamartine Çev. Sunar Yazıcıoğlu
Şiirin orijinali:
Adieu
Adieu ! Mot qu’une larme humecte sur la lèvre ;
Adieu !.... Je t’ai souvent prononcé dans ma vie,
Mais aujourd’hui je sens que ma bouche prononce
Et cependant mon cœur redit à chaque haleine
Alphonse de Lamartine (1790 - 1869)
"Niçin yakınıyorsun, güzel kız?
Yoksa günlerin o ilk gençlik günlerin değil mi? "Litvanya halk şarkısı"
Çocukluğun çok güzel olduğunu bilmezsiniz,
Çocuk! Bizim ağrılı yaşımıza hiç imrenmeyin siz,
Kah köle, kah isyankardır bizim kalbimiz,
Çok defa göz yaşlarınızdan daha hüzünlü, gülüşümüz.
Kaygısız yaşınız öyle tatlı ki biz unuturuz onu!
O, göklerin geniş boşluğundan bir nefes gibi geçer,
Terk ederken güçsüz düşen bir seda gibi,
Denizlerin üstünde uçan bir yalı çapkını sanki.
Ah! düşüncelerinizi olgunlaştırmakta hiç acele etmeyin!
Sabahı da, baharı da değerlendirin;
Birbirine bağlanmış çiçeklerdir her anınız,
Onları yolup atmayın zamansız.
Bırakın yıllar geçsin! kader izleyecek sizi;
Gururun söyletmediği bu çaresiz ağrılardan,
Acı veren zevklerden, iki yüzlü dostluklardan
Pişman olan bizler gibi.
Yine de gülün! Kaderin gücünü bilmeden;
Barışın ve masumiyetin aynası o güzel alnınızı,
Ruhunuzu açığa vuran ve cenneti yansıtan
Gök mavisi gözlerinizi kederlendirmeden! Gülün!
Şubat 1825 Victor Hugo, Çev. Sunar Yazıcıoğlu
Şiirin orijinali:
À une jeune fille Vous qui ne savez pas combien l’enfance est belle,
Enfant! n’enviez point notre âge de douleurs,
Où le coeur tour à tour est esclave et rebelle,
Où le rire est souvent plus triste que vos pleurs.
Votre âge insouciant est si doux qu’on l’oublie!
Il passe, comme un souffle au vaste champ des airs,
Comme une voix joyeuse en fuyant affaiblie,
Comme un alcyon sur les mers.
Oh! ne vous hâtez point de mûrir vos pensées!
Jouissez du matin, jouissez du printemps;
Vos heures sont des fleurs l’une à l’autre enlacées;
Ne les effeuillez pas plus vite que le temps.
Laissez venir les ans! Le destin vous dévoue,
Comme nous, aux regrets, à la fausse amitié,
A ces maux sans espoir que l’orgueil désavoue,
A ces plaisirs qui font pitié.
Riez pourtant! du sort ignorez la puissance
Riez! n’attristez pas votre front gracieux,
Votre oeil d’azur, miroir de paix et d’innocence,
Qui révèle votre âme et réfléchit les cieux!
Odes et ballades (1826)
Victor Hugo (1802-1885), Çev. Sunar Yazıcıoğlu
-------------------
Neyi Seversiniz?
Simsiyah kaş altında siyah gözü severim,
Beyaz alnın üstünde siyah saçı severim:
Sizin de uzun simsiyah saçlarınız var
Beyaz alnın üstünde; Oltu taşı ancak
Gözleriniz kadar siyah olabilir.
Özensizce konulmuş bir divanın üstüne;
Zarafetle eğilen bir vücudu severim;
Biliyor musunuz, ne kadar zarafetle
Eğiliyorsunuz bir divanın üstüne,
Arzu dolu ve yorgun!
Ve sonra, orada, tembelce, yakınan siz,
Gözünüz yarı kapalı, heyecanlı kalbiniz
İç çekiyorsunuz...Ben bir tembeli severim,
Uzun bir iç çekişi, yorgun sesi,
Ateşli bir bakışı severim.
Sevinç karışımı hayal ve tatlı rehavet
Bulmayı severim:
Sizdeki bu kederler, bu sevinç,
Bir ipek fuların altında çarpan bu göğüs,
Bu üzgün ve alaycı gülümseme de neden?...
Bazen bir sözcük, bir düş, bir düşünce,
Yüzünüzdeki solgunluğu silip atıyor:
Çok kere bir düş, bir sözcük, bir düşünce,
Yavaş yavaş silinmiş bir solgunluk,
Kalbimi çarptırıyor.
Bir maymun iştahlılık, kararsız bir fikir sizinki,
Benden uzakta bir kuş gibi uçuyorsunuz.
Bir maymun iştahlılığı, kararsız bir fikri,
Sizin oturmuş olduğunuz yeri severim,
Ve oturmaya gittiğiniz yeri...
Bir melek... sizin kadar güzel bir melek,
Konuşması sizinki kadar tatlı...
Aynı zamanda gülen...Ve sizin isminizle
İsmi aynı olan...Evet, işte benim sevdiğim,
Bütün sevdiklerim!...- Peki siz?
Charles Dovalle , Çev. Sunar Yazıcıoğlu
Şiirin orijinali:
Qu'aimez-vous?
J’aime un œil noir sous un sourcil d’ébène,
Sur un front blanc j’aime de noirs cheveux :
Et vous avez de longs cheveux d’ébène
Sur un front blanc, et le jais est à peine
Aussi noir que vos yeux.
J’aime un beau corps, qui se penche avec grâce,
Sur un sopha négligemment porté ;
Et savez-vous avec combien de grâce
Sur un sopha vous vous inclinez, lasse
Et brûlante de volupté !
Et puis, quand, là, plaintive et paresseuse,
Le cœur ému, l’œil à moitié fermé,
Vous soupirez... J’aime une paresseuse,
Un long soupir, une voix langoureuse,
Un regard enflammé.
J’aime à trouver un mélange de joie,
De rêverie et de douce langueur :
Pourquoi chez vous ces chagrins, cette joie
Ce sein qui bat contre un fichu de soie,
Ce sourire triste et moqueur ?...
Parfois un mot, un songe, une pensée,
De votre joue efface la pâleur :
Souvent un songe, un mot, une pensée,
Une pâleur lentement effacée
Me fait battre le cœur.
Vienne un caprice, une idée indécise,
Comme un oiseau loin de moi vous volez.
J’aime un caprice, une idée indécise,
J’aime la place où vous étiez assise,
J’aime la place où vous allez...
Un ange... un ange aussi beau que vous-même,
Dont le parler comme le vôtre est doux...
Qui rit aussi... dont le nom est le même
Que votre nom... Oui, voilà ce que j’aime,
Tout ce que j’aime !... — Et vous ?...
Charles Dovalle (1807-1829)
Not: Charles Dovalle bir Fransız şairidir, 1807 de Montreuil-Bellay’de doğmuş,
1829 da bir düello sonucu genç yaşta Paris’de ölmüştür.
Birlikte uyuyacağız
Sabah, akşam, gece, öğlen üzeri
İster pazar olsun, ister pazartesi
Cennetteki, Cehennemdeki
Aşklar benzer birbirine
Dün sana dediğim gibi
Birlikte uyuyacağız seninle
İster yarın ister dün
Senden başka yok çözüm
Kalbimi ellerine koydum
Beraber gidiyorlar kalbinle
Önceden olduğu gibi her gün ;
Birlikte uyuyacağız seninle
Aşkımız devam edecek
Gökyüzü bizi örtecek
Kollarım seni saracak
Titretecek beni sevdiğim ölçüde,
İstediğin kadar uzun sürecek
Birlikte uyuyacağız seninle.
Louis Aragon , Çev. Sunar Yazıcıoğlu
Şiirin orijinali:
Nous dormirons ensemble
Que ce soit dimanche ou lundi
Soir ou matin minuit midi
Dans l’enfer ou le paradis
Les amours aux amours ressemblent
C’était hier que je t’ai dit
Nous dormirons ensemble
C’était hier et c’est demain
Je n’ai plus que toi de chemin
J’ai mis mon cœur entre tes mains
Avec le tien comme il va l’amble
Tout ce qu’il a de temps humain
Nous dormirons ensemble
Mon amour ce qui fut sera
Le ciel est sur nous comme un drap
J’ai refermé sur toi mes bras
Et tant je t’aime que j’en tremble
Aussi longtemps que tu voudras
Nous dormirons ensemble.
Louis Aragon (1897-1982
Bir kızböceğinin ölümü
Islak balçığa değen söğüt dalları altında,
Uyuşuk duygusuz, kirli bir ayak takımı susmuştu o sırada
Uzun bacaklı örümceklerin suyun üstünde
Buhar çıkaran beyaz nilüferlere doğru kaçıştıkları görülmekte.
**
Ama, sâkin yaşamın keyifsiz ve
Hemen hemen deliksiz uyuduğu bu alemde,
Sadece ışığın ve kırağının bir günlük ömürlerini
Uyardığı yaratıklar uçuşuyordu güneşte.
**
Bir gün, adına kızböcekleri denilen
Durgun suların gururu bu narin böceklerin,
Kanatlarının parlaklığıyla saf havayı şenlendirerek kaçıştıklarını
Ve kamışların üstünde biribirlerini aradıklarını gördüm.
**
Gözleri ateş gibi bir çocuk, bu çamur çukuruna kadar geldi,
Zambakların arasından kızböceğinin üzerine
Yeşil filesini attı; ve filenin gazı
Şaşkına dönen böceğin uçmasını engelledi.
**
İnce yeşil korsajı bir toplu iğneyle delindi
Ama ürkek bir çabayla güçsüz yaralı, kurtuluverdi
Kulak tırmalıyan kanat vuruşlarıyla uçtu,
Batan iğnesini ve ölümünü sazlara sürükledi.
**
Öğrenci çocukların gözlerinin önüne
İğrenç bir mantarın üstüne güzelliğini serdiği anlaşılmadı:
Ölmek için alev rengi dört kanadını açtı, ve
Vücudu yabancısı olmadığı sazların içinde kurudu kaldı.
Anatole France, Çev. Sunar Yazıcıoğlu
Şiirin aslı:
La mort d’une libellule
Sous les branches de saule en la vase baignées
Un peuple impur se tait, glacé dans sa torpeur,
Tandis qu’on voit sur l’eau de grêles araignées
Fuir vers les nymphéas que voile une vapeur.
**
Mais, planant sur ce monde où la vie apaisée
Dort d’un sommeil sans joie et presque sans réveil,
Des êtres qui ne sont que lumière et rosée
Seuls agitent leur âme éphémère au soleil.
**
Un jour que je voyais ces sveltes demoiselles,
Comme nous les nommons, orgueil des calmes eaux,
Réjouissant l’air pur de l’éclat de leurs ailes,
Se fuir et se chercher par-dessus les roseaux,
**
Un enfant, l’oeil en feu, vint jusque dans la vase
Pousser son filet vert à travers les iris,
Sur une libellule; et le réseau de gaze
Emprisonna le vol de l’insecte surpris.
**
Le fin corsage vert fut percé d’une épingle;
Mais la frêle blessée, en un farouche effort,
Se fit jour, et, prenant ce vol strident qui cingle,
Emporta vers les joncs son épingle et sa mort.
**
Il n’eût pas convenu que sur un liège infâme
Sa beauté s’étalât aux yeux des écoliers:
Elle ouvrit pour mourir ses quatre ailes de flamme,
Et son corps se sécha dans les joncs familiers.
Anatole France (1844-1924)
Çev. Sunar Yazıcıoğlu